29 Kasım 2012 Perşembe

Kudüs



 



 
İnanıyordum tabii ki Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya, hükümdar-peygamber
Hz. Davud’a, Beytülmakdis’i inşa eden oğlu Hz. Süleyman’a, Hz.
Meryem’e, Hz. İsa’ya ve buradan Miraç’a çıkan Hz. Muhammed’e. Ancak
Kudüs sokaklarında dolaşmaya başladığım anda onlar ve yaşadıkları benim
için hikâyeden sıyrılıp gerçeğe dönüşüverdiler.
 
İslâm Peygamberinin Miraç yolculuğu sırasında geçtiğine inanılan
Kadim Aksa’nın taş koridorlarında iken Kur’an okumasını istediğim görevlinin
dudaklarından İsra Suresi’nin ilk ayetleri dökülmüştü; “Kulunu
bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i
Aksa’ya götüren O Allah pek yücedir...”
 
Hristiyan hacılarla birlikte “Elemli Yol” boyunca yürürken yerdeki taşlarda
derin izler gördüm, gözyaşının oyduğu... Bulutların beyazını, göklerin
lacivert derinliğini fark ettim ve yeryüzünün Hz. İsa’sız kaldığı anda
ki siyahlığını. Kıyamet Kilisesi’nin loş koridorlarında gece boyu inancın
fotoğrafını ararken, üstümüze kilitlenen dış kapının tokmağındaki Osmanlıca
yazıyı düşündüm.
 
Yahudilerin üç bin yıllık geçmişin muhteşem hatırasına ağladıkları,
Beytülmakdis’in yeniden inşası için dua ettikleri Ağlama Duvarı’nı seyrederken
hemen ilerisindeki Kubbetüssahra’nın altın kubbesi akşam güneşi
altında ışıl ışıl parlıyordu... Bu tabloyu az ötemde seyreden yaşlı Yahudi’nin
fotoğrafında kıskançlık vardı; duvarın önünde her geçen dakika artan kalabalığın uğultusuna karışan Şabat şarkılarında ise hüzün…

 
Kudüs sokaklarının asker zoruyla boşaltıldığı bir akşam, Aksa’nın kapılarını
döven radikal Yahudilerin yüzlerinde nefreti gördüm; Mescid-i
Aksa’nın yıkılıp yerine Kutsal Tapınak’ın kurulması arzusuyla marşlar
söylüyorlardı. Tam ortalarında iken “Arap mısın sen?” diye soranlara verdiğim
“Hayır, Türküm!” cevabımda nefret ateşini söndüren sihirli bir iksir
olduğunu gördüm, tek kelime söylemeden çekip gidenlerin “Öyleyse başka!”
diyen bakışlarında...
 
El-Halil’de selâm verip yol sorduğum Arap gençlerin bakışları kuşku
doluydu. O an fark ettim “ Aykut “ ismine yabancı olduklarını. Oysa bu
coğrafyada benzer isimler Malazgirt Savaşından çok daha önce duyulmaya
başlamamış mıydı? Afşin, Tolun, Baybars, Kansu, Börktekin, Tenkiz ve
Berke Hanlar benden çok önce gelmemiş miydi bu topraklara? Hele Çiçek
Hatun; bin yıl önce çöken Kubbetüssahra’nın kubbesindeki ilk tamiratı
yaptıran halife eşi Türk kadını… Niçin hatırlanmaz burada?
 
Bu sokaklarda unutulmuştur da Osmanlı’nın mirasının üstünde yükselen
Türkiye’min sokaklarında hatırlanır mı? Kaç Türk genci bilir atalarımızın
daha Anadolu’ya girmeden Kudüse gelerek bir devlet kurduklarını
ve bin yıl boyunca varlıklarını sürdürdüklerini? Ağlama Duvarının bir
kısmını Mimar Sinan’ın yaptığını, Sultan Abdülhamit’in ise ibadet için
Yahudilere tahsis ettiğini hatırlayan var mı?
 
Henüz unutulmamış şeyler de gördüm; bir tavrın bıraktığı derin izlerde.
1967’de Kudüs işgal edilip de Kubbetüssahra’ya İsrail bayrağı çekilince,
zamanın Türk büyükelçisinin, “İndirmezseniz bu bir savaş sebebidir!” civanmertliğinin nasıl minnet, hayranlık ve sevgi dolu bir bakışa dönüştüğünü
gördüm. Filistinli bakkalın aktardığı olay belki hayaldi, ama fotoğraf gerçekti.
.
.
Aykut İNCE


Ekim-Kasım 2008-Kudüs
.NOT: Yukarıdaki metin Timaş Yayınlarınca basılan "Kutsallığın Başkenti:Kudüs " isimli kitaba yazdığım önsözden alıntılanmıştır. 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder