Olayların nasıl meydana geldiğine kafa yoranlar bilimi geliştirdiler, hayata dair bir şeyler anlatmak isteyenlerse sanatı.
Sanat, insanların duygularını hedef alır, mesajlar verir, toplumda farkındalık kültürünün gelişmesine katkıda bulunur.
Düşünülmeden kabul edilmiş tüm yerleşik anlayışları sorgular, insanların ufkunu açar, toplumun düşünce sınırlarını genişletir.
Bilime ve sanata değer veren devletler, medeniyet kurabilirler ve kolay yıkılmazlar. Değer vermeyen milletler ise belki devlet kurabilirler ancak uzun ömürlü olamazlar.Sanat, insanların duygularını hedef alır, mesajlar verir, toplumda farkındalık kültürünün gelişmesine katkıda bulunur.
Düşünülmeden kabul edilmiş tüm yerleşik anlayışları sorgular, insanların ufkunu açar, toplumun düşünce sınırlarını genişletir.
Sanatçı; doğru olduğunu düşündüğü yönde değişime çağrı yaparken yerleşik anlayışlara tutkun insanlar ise varolanı savunurlar ve değişime de direnirler.
İnsanların öteden beri doğru bildikleri şeylerin yanlış olduğunu kabul etmesi ve yerine yeni şeyler koyması lehlerine bile olsa zor iştir. Ayrıca bu çağrı bazı gurupların menfaatine de aykırı olacağı için itirazlar ile karşılaşacaktır.
Bilimin de sanatın da temelinde orijinale ulaşmak ve orijinali üretmek vardır. Diğer insanlarda esinlenmelere ve değişik fikirlerin oluşmasına yol açar. İnsanların öteden beri doğru bildikleri şeylerin yanlış olduğunu kabul etmesi ve yerine yeni şeyler koyması lehlerine bile olsa zor iştir. Ayrıca bu çağrı bazı gurupların menfaatine de aykırı olacağı için itirazlar ile karşılaşacaktır.
Buluşların, düşüncelerin ve eserlerin kime ait olduklarının bilinmesine ihtiyaç vardır. Bilginin yaygınlaşması ve yeni fikirlerin oluşması ancak böyle mümkün olabilir.
Toplumların modellere ihtiyacı vardır. Sanatçı eserleriyle idol olabilir ve topluma yol gösterir.
Eğer eserlerinde ismi yazılmamış olsaydı Mimar Sinan var olur muydu? Ulubatlı Hasan’ın adının bahsedilmediği o muhteşem fetih sahnesi nasıl anlatılabilirdi?
Futbolcuların isimlerinin söylenmediği bir maç sizce nasıl sunulur?
Hatta ilave bir önerim var: Maç anlatımlarında futbolcuların isimleri söylenilmesin ve futbolcular sahaya maske ile çıksınlar...
Sanatçısının ismi yazılmamış eserler kimliksiz ve etkisizdir.
Sanatçı eserinde isminin olmasınıister. Bu suretle tanınır, topluma diğer mesajlarını daha kolay iletir ve cesareti artar.
Sanatçı bir eser ürettiğinde bununla yetinmez ve eserinin insanlara ulaşmasını ve beğenilmesini bekler.
Fotoğraflarım çocuğum gibidir. Benden izler taşır.
Çekilmemiş fotoğraflar, yazılmamış öyküler, dizilmemiş notalar ve daha birçok şey üretilmeyi bekler, sanatçıların uykusunu kaçırır. Eğer anlatmak istediğiniz şey gerçekten çok özelse her şeyi göze alırsınız. Eşinizi, çocuklarınızı ve kendinizi ihmal edersiniz. Başkaları hayatlarını kurarken siz hayatı ıskalarsınız. Bu ruh halinin sonucunda ekonomik ve sosyal olarak da çökersiniz. Futbolcuların isimlerinin söylenmediği bir maç sizce nasıl sunulur?
Hatta ilave bir önerim var: Maç anlatımlarında futbolcuların isimleri söylenilmesin ve futbolcular sahaya maske ile çıksınlar...
Sanatçısının ismi yazılmamış eserler kimliksiz ve etkisizdir.
Sanatçı eserinde isminin olmasınıister. Bu suretle tanınır, topluma diğer mesajlarını daha kolay iletir ve cesareti artar.
Sanatçı bir eser ürettiğinde bununla yetinmez ve eserinin insanlara ulaşmasını ve beğenilmesini bekler.
Fotoğraflarım çocuğum gibidir. Benden izler taşır.
Eskişehir’de tek başıma girdiğim çekim kulübesinde 9 gün aralıksız kaldığım zaman kafamda sadece çekilecek fotoğraflar vardı. Üçüncü günden sonra dış dünyaya ait her şey silinip gitmişti. Etraf ne kadar da sessizdi. 60-70 civarında akbaba, kurt sürüsü ve onlarca farklı tür yaban hayvanı izlemiş ve fotoğraflamıştım. Dokuz gün boyunca sahneye sadece bana özel bir oyun konulmuştu adeta. 9 gün sonra kulübeden çıkıp bulduğum ilk bilgisayarda çektiğim fotoğraflara baktığımda dudaklarım heyecandan uçuklamıştı. Ne kadar da güzeldiler...
Benim dudaklarım daha önceden de uçuklamıştı.Kastamonu Valla Kanyonu’nda dibini göremediğim uçuruma düşüp emniyet ipine asılı kaldığım zaman da böyle olmuştu. Çok korkmuştum.İnanın benim için çoğu fotoğraf böyledir. Zor ulaşılır ve hayret verici. O bir ana sıkışmış şey her neyse onu bulur alır ve insanların dünyasına taşırım. Ve demek isterim ki “ Hey bakar mısınız, orada bu oldu ve ben onu gördüm.” Bu esnada nefesim kesilir, avuç içlerim terler ve sonrasında her nedense hüzün çöker.
O artık doğmuş bir çocuk gibidir. O benim çocuğum ve insanlar bunu bilmeli.
Bunun bir yolu vardır. Fotoğrafın bir köşesine iliştirilmiş bir isim. Bu bir kanuni haktır ve “İsim Hakkı” olarak adlandırılır.
Ben, onunla gurur duyar ve güzel yerlerde görmek isterim. O, beni ayakta ve hayatta tutar, yaşama sevinci verir, hayatımı anlamlandırır. Evet, ben bunun için vardım derim.İşte bu nedenlerden dolayı farklı ruh haline sahip bilim ve sanat insanlarını ve ürettiklerini korumak amacıyla kanunlar çıkarılmıştır.
Ancak ne hazindir ki 160 yıldır düzenleme anlamında gündemimizde olan bu hassasiyetler en ciddi kurumlar tarafından bile hâlâ dikkate alınmamaktadır. Özellikle devlet kurumları “ Biz devletiz yaparız”anlayışı ile yönetilmektedir.
Atalarımız “ Marifet iltifata tabidir”demişlerdir. Başarı toplum tarafından desteklenmeli ve öne çıkarılarak üreticisine moral verilmelidir.
Bize ne oldu da sanata ve bilime sırtımızı döndük? Bir sanat eserine sanatçısının ismini niçin yazmıyoruz?
Nedir tüm bunların sebebi? Daha da önemlisi bu sorunu nasıl çözeceğiz?Galiba sorunun çözümü ülkemizdeki devlet öncelikli anlayışlardan birey öncelikli anlayışlara bir an önce geçmekte olsa gerek. İçimizden çıkanlara destek olmak ve öne çıkarmak için gayret göstereceğimize engel oluyoruz. Öteliyoruz, yeterince değer vermiyoruz.
Sonra kara kara düşünüp diyoruz ki; Uluslararası bir marka ismimiz niçin yok?
Nasıl olsun ki?Özellikle devlet kurumlarındaki isim hakkı ihlalinin arka planında: “Kurumların adı öne çıkartılmalı, bireylerin veya çalışanların ismini yazarsak reklamları olur” düşüncesi yatmakta.
"Anlayışların çoğunlukla devlet öncelikli olması ve bireyin ötelenmesi" problemin ortaya çıkma nedenlerinden birisidir.
Bu günlerde gazetelerde yönetmelik değişikliğinden bahseden bir haberde ” Artık devletin vatandaşlara göndereceği yazıları -Rica ederim- şeklinde değil -Saygılarımla- şeklinde bitirerek, vatandaşı aşağı görmekten vazgeçiyor. Devlet artık vatandaşı kendine denk olarak görecek.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen;“Ekonomik büyüklük olarak Dünya’da 16. sıradayız, ancak insan ilişkilerinde 92. sıradayız.” açıklaması ile bu konuya dikkat çekmekte sanırım.
Bu haberler söz konusu çarpıklığın gündemimizde olduğunun göstergesi olup umut vericidir.
Saygılarımla…
Aykut İNCE
3 Aralık 2012
Adapazarı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder